“Dağlarına bahar gelmiş memleketimin.” Ahmet ARİF’in günlerdir dilime doladığım, mırıldandığım bu muhteşem dizesi, zaten gitmek için bahane aradığım Toroslara savrulmama yetti. Baharın bu güzel günlerinde kendini o dağlara atasın gelmez mi? Eteklerinde açan papatyaların, sütleğenlerin, mor gıncıfırlıların ve adını bilmediğin çiçeklerin üzerine uzanasın ve onları koklamak, hissetmek, yaşamak için onlarca kilometre gidesin gelmez mi? Benim geldi doğrusu ve kendimi Torosların eteklerinde buldum.
Daha iki ay önce bembeyaz karlarla kaplı, geçit vermeyen Yavca köyünün yamaçlarında, şimdi eriyen kar sularının beslediği, birçoğu endemik çiçeklerle rengarenk bezenmiş bir toprakla karşılaşmak… Belki saklı güzelliklerle kaplı Toroslar için oldukça sıradan olan bu durum, benim için sıra dışıydı. Ruhumu dinginleştiren ve coşturan bu sıra dışı güzellikler çiçeklerle sınırlı değildi elbette. 2100 rakımlı Kuşkayası tepesine tırmanırken, sürpriz bir şekilde karşıma çıkan muhteşem pınarlardan içtiğim billur sular, yükseklerde uçan atmacaların sesleri ve Kuşkayası’nın doruklarından hiç eksik olmayan rüzgarın uğultusu, tarifi imkansız mutluluklara sürükledi beni.
Toroslarda, doğa her zaman ilgi çekicidir. Farklı güzelliklere gebe olan Orta Toroslarda ılıman Akdeniz ikliminin de etkisiyle, ilkbaharla birlikte her bir yanda yemyeşil bir bitki örtüsü oluşur. Bu da bitki ve hayvan çeşitliliğinin artması demektir. Tüm bunlar da Torosları geçmişte ve günümüzde cazibe merkezi yapmaya yetmiştir.
Yavca’dan sekiz kilometre kadar bir tarmınışla çıkılan Kuşkayası’ndaki yangın gözetleme kulesi, emsalleri içinde ön plana çıkar. Bunu sağlayan da, Kuşkayası’ndan alabildiğine geniş bir alanı görme kolaylığıdır. Tepenin bu özel durumu, belli ki tarihi dönemlerde de gözlem açısından kule gibi değerlendirilmiş. Tepenin çevresinde az da olsa görülen surlar ve karşı yamaçlardaki mağaralar, buradaki tarihi yerleşimi gözler önüne serer. Kuşkayası’nın zirvesinden yükseklerden uçan bir kartalın görüş açısı kadar geniş bir alanı gözleme şansına sahipsiniz. Kuzeyde Bolkar dağları, Yıldız dağları; güneyde Mersin, Tarsus ve Akdeniz görüş alanınız içindedir. Tepeye çıkarken oluşan yorgunluğunuzu, bu uçsuz bucaksız manzarayı izlerken unutacağınızdan hiç şüpheniz olmasın.
Kuşkayası’ndan inip geldiğim yoldan geri dönmektense, gördüğüm büyüleyici manzaraların içinde kaybolmayı, o güzelim yeşil dokuyla bütünleşmeyi tercih ettim ve yönümü Fındıkpınarı yaylasına çevirdim. Çoktan yüz yaşını devirmiş, ancak yetişkin iki insanın gövdesini kucaklayabileceği kalınlıktaki karaçamların huzur veren gölgesinde ilerledim. Kilometrelerce yürüdüğüm dağ yollarında doğanın sağaltıcı gücünü tüm hücrelerimde hissettim.
Memleketimin dağlarına ilkbahar gelmiş dedim ben de, Ahmet Arif’i anarak. İyi ki böyle Anadolu’yu anlatan ve yaşatan büyük ozanlarımız var diye şükrettim. Sonra uzanıverdim papatyaların üstüne, toprağın kokusunu hissettim, içime çektim ve başladım yine “İçerde” şiirini özgürce okumaya:
Haberin var mı taş duvar?
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğrunda ölümlere gidip geldiğim
Zulamdaki mahzun resim.
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin...